28 Kasım 2011 Pazartesi

HAYAL VE HAKİKAT

Bugünlerde İstanbul Modern'de Hayal ve Hakikat, Tekinsiz Karşılaşmalar ve Yeni Yapıtlar, Yeni Ufuklar adında üç sergi bulunmaktadır. Hayal ve Hakikat  ise benim ilgi çekti diyebilirim. Hayal ve Hakikat Türkiye’den Modern ve Çağdaş Kadın Sanatçılar sergisi ile Türkiye'nin toplumsal ve kültürel dönüşümünü kadın sanatçıların üretimleri üzerinden gündeme getirmeyi amaçlamış. Modern ve çağdaş sanatta kadın sanatçıların öncü ve eleştirel pozisyonlarını merkez almış olan sergi, Türkiye’nin sosyokültürel tarihine yeni ve alternatif bir bakış sunuyor. Sergi, adını ilk Türk kadın romancı Fatma Aliye’nin Ahmet Mithat ile birlikte kaleme aldığı 1891 tarihli “Hayal ve Hakikat” romanından alıyor. Bir aşk romanı olarak dönemin pek çok özelliğini bünyesinde barındırmış iki bölümlü kitabın hayal olarak adlandırılan kısmını Fatma Aliye, hakikate vurgu yapan kısmını Ahmet Mithat yazmış. Romanın kapağında Fatma Aliye, sadece cinsiyetini belirten “Bir Kadın” mahlasıyla yer almaktaymış.  Arzu Başaran, Güneş Terkol, Gül Ilgaz ve Gözde İlkin, Gülçin Aksoy, Yasemin Nur Toksoy, Atıl Kunst gibi sanatçıların eserleri yer almaktadır. Bu serginin küratörleri Fatmagül Berktay, Levent Çalıkoğlu, Zeynep İnankur ve Burcu Pelvanoğlu’nun oluşturduğu seçkin,  kadın sanatçıların 1900’lü yılların başından bugüne uzanan üretim sürecini kapsayarak, resimden videoya çeşitli sanat disiplinlerine yer vermiş.Sergide genel olarak anlatılmak istenen kadınların hor görüldüğü, dayak yediği, cinsel ilişki için kullanıldıkları, namus meselesi edilerek öldürüldükleridir. Serginin kapısından girdiğimde karşıma 

Nilbar Güneş’in “Soyunma” isimli videosu karşımıza çıkıyor. Sergi içerisinde ilginç gelen ama aslında bizim 
 Türk kültürümüzü gösteren bir kafes var. Bu kafesin adı  Kitsch Kafesi’dir. Kezban Arca Batıbeki'nin tellerin ardına hapsettiği genç kadın odası, tanıdık objelerle doludur. Yerlerde ünlülerin eski fotografları, kasetleri ve duvarlarda eski posterleri bulunmaktadır. Ayrıca eski magazin dergileri ve televizyonda magazin programı vardı. Yani pek de modern olmayan eşyalarla düzenlenmiş bir kafes karşımıza çıkıyor.


Böyle bir serginin mutlaka görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü dünyanın her yerinde görülebileceği gibi özellikle Türkiye’de çok sık görülebilen kadın suistimalini iyi bir görsellikle açıklamaktadır.

10 Kasım 2011 Perşembe

KÜRESELLEŞME

Küreselleşme nedirNe zaman ortaya çıkmıştır?Aslında küreselleştirme değerlendirildiğinde ülkelerin sahip oldukları milli ve manevi değerlerin dünya ölçütünde yayılması, farklılıkların bir bütünlük ve uyum içerisinde ortadan kalkması ve dünyanın "Küresel bir köy" haline gelmesidir. Tabi bu küreselleşme bizler için iyi mi, kötü mü? Küreselleşmenin iyi olan yanlarını düşünürsek, bilgi ve iletişim teknolojilerinde hızlı bir ilerlemenin olduğunu çok kolay görebiliriz. Mal ve hizmet üretiminde ileri teknolojinin kullanılması, artan rekabet, yenilikler, araştırmaların artması, ekonomi ve ticaretteki gelişmeler; küreselleşme için verilebilecek en basit örneklerdir. Örneğin, küreselleşmeyle Türkiye'de yayılan Starbucks, Gloria jeans, Lavazza gibi kafeler aslında bizim kültürümüzde geçmişten beri olan türk kahvesini daha çok ortaya çıkarmıştır. Bu tür kafelerdeki filtre kahvelere karşı bizde kendi kahvemizin değerini bilmeye başladık ve ben küreselleşmenin iyi bir yanı olduğunu düşünüyorum ki rekabet sayesinde bizim ülkemizde de Kahve Dünyası gibi kafeler açılmıştır.Bu sayede Hindistan çayını, Brezilya portakalını, Amerikan kahvesini tek bir mağazadan alabilirsiniz. Dünyada olan biten hiçbir şeyden geri kalmayıp bizler de bu yeniliklere katılabilir, katkıda bulunabiliriz. Diğer bir yandan ise adetler, gelenekler, yerel ve ulusal algılamalar erozyona uğratılmıştır. Çevre kirliliği tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Küresel zenginleşmeye karşılık gelirler belli kesimlerde toplanmıştır. Borç krizi yüzünden her gün 19 bin çocuk ölüyor.Bu açıdan bakıldığında da ciddi sorunlara yol açtığı görülüyor. 

İŞTE ATATÜRK

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü ölümünün 73'üncü yılında rahmetle anıyoruz. Aslında yanlış yaptığımız bir şey var ki Atatürk'ü yalnız ölüm yıldönümlerinde değil her an, her dakika, her olayda hatırlamalıyız. Özellikle de şu günler de onu fazlasıyla anıyor olmalıyız. Bizlere bıraktığı bu Cumhuriyet'i biz kollamamız sahip çıkmamız gerekirken neden kimse sesini çıkarıp bir şeylere dur demiyor ya da diyemiyor muyuz? Bugün radyoda dinlediğim, Atatürk'e sorulan bir soru vardı ve çok etkilendiğimi söyleyebilirim. Belki de bugünler için çok güzel bir mesaj olabilir. Bir vatandaş Atatürk'ün yanına yaklaşıyor ve Atatürk'e "Size diktatör diyorlar doğru mu?" diye bir soru yöneltiyor. Atatürk ise "Eğer ben diktatör olsaydım bana bu soruyu soramazdın." diyor. Günümüzde Atatürk gibi diyemicem ama Atatürk'ün mevkisinde olan insanlara soru sormak ne kelime yanına bile yaklaşamazsınız. Bunu geçtim böyle bir soruyu yöneltmenizin sonu bir gözaltı bile olabilir. İşte böyle Atatürk gibi bir önder, lider asla unutulmamalıdır. Çünkü bir daha böylesiyle hiç karşılaşamayacağız...