26 Aralık 2011 Pazartesi

SABAH PROGRAMLARIMIZ

Sabah televizyonu açtığımızda bizim Türk kanallarımızda karşınıza ilk çıkacak programlar bellidir. Kadın programları, nedense hemen hemen her kanalda var demek ki bizim toplumumuzda çok tutulan programlarmış. Benim için büyük bir işkence de olsa Atv’ deki sabah programı olan Müge Anlı ile Tatlı Sert’i izledim. Sonuna kadar izlemek gerçekten bir eziyetti ve böyle bir saçmalığı nasıl her gün izleyebiliyorlar anlayamadım. Böyle programlar bizim toplumumuzu eğitebilecek programlar hiç değil. Aksine ev kadınları bütün gün bu saçma sapan şeylere kafa yorular ve televizyona kitlenip kalıyor.Çünkü millet çıkıp kendi derdini anlatıyor sadece ve Müge Anlı da bu olaylara çözüm yolları bulmaya çalışıyor. Ne kadar da saçma, sözde programın içeriğinde sağlık, eğitim gibi hayata dair her konunun tartışılğıdından bahsediliyor. Ama ben izlediğimde sadece bir kadının kocası tarafından işkence gördüğü ve kocasının bir türlü çocuklarını göstermediği konuşuldu. Programın sonunda ise tam bir sonuca varılamadı. Kadının kocasıyla telefon görüşmesi yaptılar, canlı yayında birbirlerine bağırıp çağırdılar. Şimdi bunun herkese örnek olması mı gerekiyor? Bu şekilde mi halkımızı eğitebileceğiz? Hiç izlediğim bir program olmamasına rağmen her gün kanalları değiştirirken rastladığım bir program. Nedense  genellikle kadınlar çıkıp yardım istiyor. Bir gün bile kanalları değiştirirken orda oturan bir erkek görmedim. Çünkü bizim toplumumuzda kadınlar ciddi anlamda baskı görüyor, eziliyor. Kolaysa evde  eşlerinin karşısına çıkıp söylesinler dertlerini, söyleyemezler tabi çünkü dayak yerler. Sanki programdan sonra da çok farklı şeyler oluyormuş gibi. Tabi bu anlamda sadece kadınların eğitimsizliğinden bahsedemeyiz. Eğer ki erkeklerde eğitimli olsaydı zaten ilişkilerinde böyle bir duruma gelmezlerdi. Bunun yanında gerçekten sağlık, eğitim üzerine olan programlarda var. Bunlar toplumumuzu bazı konularda bilinçlendirmeyi sağlayabilir. Örneğin pire, kene, domuz gribi, kuş gribi vakalarında insanlar az da olsa televizyonda gördükleriyle bilinçlendiler. Böyle programlar sürekli yayında olduğuna göre büyük bir izleyici kitlesi olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca bu tür programları genellikle eğitim seviyesi düşük olan ev kadınları izlemektedir. Bu da bizim toplumumuzda ne kadar eğitimsiz kadının oldunu gösterir.

DOĞA, ÇEVRE VE İNSAN

   İnsanoğlunun yaklaşık 100 milyon yıl önce üzerine çıkmış olduğu  büyük kara parçası olan dünyamız 13,5 milyar yaşındadır. Bir insanın gelişimini ele alırsak insanın da belli bir yaştan sonra yıprandığı gibi dünyamızda gün geçtikçe yıpranmakta ve yavaş yavaş tükenmektedir. Buna neden olan faktörler ise üzerinde bulunan canlılardır. Dünyada doğal  bir ekosistem vardır ve  bilindiği gibi doğa kendi kendini sürekli olarak yenileyebilen canlı ve cansızlardan oluşan varlıkların tümüdür. Buna bağlı olarak canlı ve cansız varlıkların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları,  fiziki, sosyal, ekonomik ve kültürel ortam içinde yaşadıkları bir çevre vardır. Bu yüzden yaşam ve çevre birbirine bağlı faktörlerdir. İnsan yaşamı ve doğal yaşam çeşitli dengeler üzerine kuruludur ve bu dengelerin bozulması bizlere, çevremize ciddi zararlar vermektedir. Doğal sisteme dışarıdan gelebilecek etkiler sonucu doğal dengeyi oluşturan zincirlerin birinin kopması tüm dengeyi olumsuz yönde etkileyecektir.  Sosyal çevre ve doğal çevrenin birbiriyle ilişkili olduğunu açıkça görebiliyoruz. İnsanlarımız çevresine karşı ne kadar bilinçli olursa o kadar iyi, temiz bir doğal çevrede yaşama imkanımız olabilmektedir. Bu dünya biz canlıların yaşam alanı olmasına rağmen dünyamızı kirleten, yok eden de biziz. İnsanlar teknolojinin ve daha birçok şeyin gelişmesiyle daha iyi yaşam standartlarında yaşama çabasına başladı. Dolayısıyla firmalar ve insanlar arasında bir rekabet söz konusu oldu ve hızla artan teknolojinin bizlerin hayatını kolaylaştırması dışında başlarda fark edilmese de birçok zararının olduğunu artık görebiliyoruz.  Bunları önlemek için birçok kuruluş bulunmaktadır. Ayrıca bu gibi tehlikelerin farkına varılarak 1992’ de  Rio de Janerio’da düzenlenen BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda BM İklim Değişikliği Sözleşmesi, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi imzalandı. Ayrıca 1997’de New York’ta 2. Çevre Zirvesi toplandı. Japonya’da Kyoto Zirvesi toplandı. Sera etkisi yapan gazların %15 azaltılmasına ilişkin anlaşma Japonya ve ABD’nin ayak diremesi üzerine imzalanamadı.  İnsan, doğa ve çevre olayına biraz farklı bir açıdan bakmak gerekirse insanlardan önce dinazorların olduğunu varsayarsak, dinazorların nesli insanlar ortaya çıkmadan önce tükenmiştir. Ayrıca günümüzde nesli tükenmekte olan birçok canlıyı insanlar koruma altına alarak üremeleri için uygun ortamları sağlamaktadırlar. Nesli tükenmekte olan karettalar artık sadece tek bir sahile yumurtalarını bırakıyorlar ve dünya hayvanları koruma derneğinden insanlar bunları diğer hayvanlardan koruyarak çoğalmalarına yardımcı oluyorlar. Sonuç olarak bütün şart ve koşullar eşit kalırsa insanların bu çevreyi kirletmesiyle dünya yok olabilir. Fakat ne zaman, nerde olacağını bilemediğimiz doğal afetlerden korunmamızı sağlayan teknolojiyi de insanoğlu bulmuştur. İnsanoğlu teknolojinin kendi sonunu getireceğini bilse de teknolojiden vazgeçmeyecektir. Örneğin insanlar radyasyonun etkilerinden dolayı baz istasyonlarına karşılar ancak cep telefonu kullanamaktan vazgeçmeyip, telefonun çekmediği zamanlarda şikayet ediyorlar. Bizler yaşadığımız doğaya ve çevreye önem vermek istiyoruz. Ancak yaşadığımız şartlar içinde bulunduğumuz koşullardan vazgeçemeyeceğimiz için en azından  bu koşullara uygun olarak bu önemi vermeliyiz.



6 Aralık 2011 Salı

PARDON KADINA ŞİDDETTEN Mİ BAHSEDİYORDUK?

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımız Sayın Fatma Şahin'in dün Hilton Otel'inde bir konferansı vardı. Konu cinsiyet eşitliği, toplumda kadınların da erkekler kadar çalışma gücünün ve imkanının olması gerektiğinden bahsetti ki bahsettikleri doğrudur. Ekonomik kalkınmanın kadın iş gücü ile gerçekleşebileceğini, ayrıca ekonomiyi ve politikayı da kullanarak cinsiyet ayrımının aşılabileceğinden bahsetti. Tabi cinsiyet ayrımını ortadan kaldırmanın en etkili yolunun eğitimden geçtiğini söyledi. Ve hoşuma giden bir söz vardı ki aslında çok da ilginç ya da duyulmamış bir söz değildi. " Şiddet bir sonuçtur."dedi . Evet şiddet eğitimsizliğin bir sonucudur. Ama madem öle bizler eğitimli insanlarsak buna dur dememiz gerekmez mi? Bugünkü konferansta tam da bakanımız Fatma Şahin konuşma yaparken üç kız öğrenci sözünü bölerek, Fatma Şahin'in düşüncelerine katılmadıklarını belirten bir konuşma yaptılar. Evet o iki kızın yaptığı doğru değildi ve bunu da savunmuyorum. Ama güvenlikler bu üç kızı saçlarından, enselerinden çekiştire çekiştire; ağızlarını kapatıp, kollarını sıkıca sarıp, hırpalarcasına dışarı çıkarttılar. Bu sırada ise kadına şiddetten, eğitimden bahseden sayın bakanımız, güvenlik görevlilerine sadece bırakın  konuşsunlar, ben her düşünceye açığım dedi. Sempati toplamak için yaptı. Ama güvenlikler dinlemedi bile anlattığım şekilde götürdüler ve Fatma Şahin sözüne kaldığı yerden hiç bir şey olmamış gibi devam etti. Hani kadına şiddetten, eğitimsizlikten, kadın erkek eşitsizliğinden  bahsediyorduk nerede kaldı o sözler? Ben o konferanstaki o sahneden sonra Fatma Şahin'i dinlemenin ne kadar mantıksız olduğunu düşündüm ve dinlemedim. Çünkü bana göre o konferans bir yalandan, gösterişten ibaretti. En azından sözünü bölen kızlara konferansın sonunda konuşabilirsiniz diyebilirdi. Bence daha doğru bir yaklaşım olurdu.

28 Kasım 2011 Pazartesi

HAYAL VE HAKİKAT

Bugünlerde İstanbul Modern'de Hayal ve Hakikat, Tekinsiz Karşılaşmalar ve Yeni Yapıtlar, Yeni Ufuklar adında üç sergi bulunmaktadır. Hayal ve Hakikat  ise benim ilgi çekti diyebilirim. Hayal ve Hakikat Türkiye’den Modern ve Çağdaş Kadın Sanatçılar sergisi ile Türkiye'nin toplumsal ve kültürel dönüşümünü kadın sanatçıların üretimleri üzerinden gündeme getirmeyi amaçlamış. Modern ve çağdaş sanatta kadın sanatçıların öncü ve eleştirel pozisyonlarını merkez almış olan sergi, Türkiye’nin sosyokültürel tarihine yeni ve alternatif bir bakış sunuyor. Sergi, adını ilk Türk kadın romancı Fatma Aliye’nin Ahmet Mithat ile birlikte kaleme aldığı 1891 tarihli “Hayal ve Hakikat” romanından alıyor. Bir aşk romanı olarak dönemin pek çok özelliğini bünyesinde barındırmış iki bölümlü kitabın hayal olarak adlandırılan kısmını Fatma Aliye, hakikate vurgu yapan kısmını Ahmet Mithat yazmış. Romanın kapağında Fatma Aliye, sadece cinsiyetini belirten “Bir Kadın” mahlasıyla yer almaktaymış.  Arzu Başaran, Güneş Terkol, Gül Ilgaz ve Gözde İlkin, Gülçin Aksoy, Yasemin Nur Toksoy, Atıl Kunst gibi sanatçıların eserleri yer almaktadır. Bu serginin küratörleri Fatmagül Berktay, Levent Çalıkoğlu, Zeynep İnankur ve Burcu Pelvanoğlu’nun oluşturduğu seçkin,  kadın sanatçıların 1900’lü yılların başından bugüne uzanan üretim sürecini kapsayarak, resimden videoya çeşitli sanat disiplinlerine yer vermiş.Sergide genel olarak anlatılmak istenen kadınların hor görüldüğü, dayak yediği, cinsel ilişki için kullanıldıkları, namus meselesi edilerek öldürüldükleridir. Serginin kapısından girdiğimde karşıma 

Nilbar Güneş’in “Soyunma” isimli videosu karşımıza çıkıyor. Sergi içerisinde ilginç gelen ama aslında bizim 
 Türk kültürümüzü gösteren bir kafes var. Bu kafesin adı  Kitsch Kafesi’dir. Kezban Arca Batıbeki'nin tellerin ardına hapsettiği genç kadın odası, tanıdık objelerle doludur. Yerlerde ünlülerin eski fotografları, kasetleri ve duvarlarda eski posterleri bulunmaktadır. Ayrıca eski magazin dergileri ve televizyonda magazin programı vardı. Yani pek de modern olmayan eşyalarla düzenlenmiş bir kafes karşımıza çıkıyor.


Böyle bir serginin mutlaka görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü dünyanın her yerinde görülebileceği gibi özellikle Türkiye’de çok sık görülebilen kadın suistimalini iyi bir görsellikle açıklamaktadır.

10 Kasım 2011 Perşembe

KÜRESELLEŞME

Küreselleşme nedirNe zaman ortaya çıkmıştır?Aslında küreselleştirme değerlendirildiğinde ülkelerin sahip oldukları milli ve manevi değerlerin dünya ölçütünde yayılması, farklılıkların bir bütünlük ve uyum içerisinde ortadan kalkması ve dünyanın "Küresel bir köy" haline gelmesidir. Tabi bu küreselleşme bizler için iyi mi, kötü mü? Küreselleşmenin iyi olan yanlarını düşünürsek, bilgi ve iletişim teknolojilerinde hızlı bir ilerlemenin olduğunu çok kolay görebiliriz. Mal ve hizmet üretiminde ileri teknolojinin kullanılması, artan rekabet, yenilikler, araştırmaların artması, ekonomi ve ticaretteki gelişmeler; küreselleşme için verilebilecek en basit örneklerdir. Örneğin, küreselleşmeyle Türkiye'de yayılan Starbucks, Gloria jeans, Lavazza gibi kafeler aslında bizim kültürümüzde geçmişten beri olan türk kahvesini daha çok ortaya çıkarmıştır. Bu tür kafelerdeki filtre kahvelere karşı bizde kendi kahvemizin değerini bilmeye başladık ve ben küreselleşmenin iyi bir yanı olduğunu düşünüyorum ki rekabet sayesinde bizim ülkemizde de Kahve Dünyası gibi kafeler açılmıştır.Bu sayede Hindistan çayını, Brezilya portakalını, Amerikan kahvesini tek bir mağazadan alabilirsiniz. Dünyada olan biten hiçbir şeyden geri kalmayıp bizler de bu yeniliklere katılabilir, katkıda bulunabiliriz. Diğer bir yandan ise adetler, gelenekler, yerel ve ulusal algılamalar erozyona uğratılmıştır. Çevre kirliliği tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Küresel zenginleşmeye karşılık gelirler belli kesimlerde toplanmıştır. Borç krizi yüzünden her gün 19 bin çocuk ölüyor.Bu açıdan bakıldığında da ciddi sorunlara yol açtığı görülüyor. 

İŞTE ATATÜRK

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü ölümünün 73'üncü yılında rahmetle anıyoruz. Aslında yanlış yaptığımız bir şey var ki Atatürk'ü yalnız ölüm yıldönümlerinde değil her an, her dakika, her olayda hatırlamalıyız. Özellikle de şu günler de onu fazlasıyla anıyor olmalıyız. Bizlere bıraktığı bu Cumhuriyet'i biz kollamamız sahip çıkmamız gerekirken neden kimse sesini çıkarıp bir şeylere dur demiyor ya da diyemiyor muyuz? Bugün radyoda dinlediğim, Atatürk'e sorulan bir soru vardı ve çok etkilendiğimi söyleyebilirim. Belki de bugünler için çok güzel bir mesaj olabilir. Bir vatandaş Atatürk'ün yanına yaklaşıyor ve Atatürk'e "Size diktatör diyorlar doğru mu?" diye bir soru yöneltiyor. Atatürk ise "Eğer ben diktatör olsaydım bana bu soruyu soramazdın." diyor. Günümüzde Atatürk gibi diyemicem ama Atatürk'ün mevkisinde olan insanlara soru sormak ne kelime yanına bile yaklaşamazsınız. Bunu geçtim böyle bir soruyu yöneltmenizin sonu bir gözaltı bile olabilir. İşte böyle Atatürk gibi bir önder, lider asla unutulmamalıdır. Çünkü bir daha böylesiyle hiç karşılaşamayacağız...

17 Mayıs 2011 Salı

Medyada Demokrasi İçin

Günümüzde medya , ortam ve koşulları gözetir, gelişmeyi ve değişimleri bilinçlendirir, eleştirileri dile getirir, olumsuzlukları ve skandalları ortaya çıkarır. Teknolojinin de gelişmesiyle çok önemli bir yer edinmiştir. İnsanlar eskiye nazaran artık her şeyden çok daha kolay ve çok daha çabuk haber alabilmektedir. Ancak insanların yalnızca hızlı ve kolay haber alması önemli değildir. Aynı zamanda en önemli şey doğru haberi alabilmektir. Bunun içinde özgür, demokratik bir medyanın olması gerekmektedir. Peki demokratik bir medya için bizim nelere ihtiyacımız vardır? Öncelikle nefret söylemi son yıllarda önemli bir mesela haline gelmiştir ve medyanın mücadele etmesi gereken bir konudur. Nefret söylemi nedir?  Nefret söyleminin temelinde önyargılar, ırkçılık, yabancı korkusu, düşmanlığı, ayrımcılık, cinsiyetçilik yatar. Kültürel kimlikler ve grup özellikleri gibi unsurlar nefret söyleminin kullanılmasını etkiler, ancak yükselen milliyetçilik ve farklı olana tahammülsüzlük gibi koşullarda, nefret dili yükselir ve etkisini arttırır. Türkiye'de sık sık medyanın taraflı, önyargılı ve ayrımcı bir dil kullandığına tanık oluyoruz. Özellikle de azınlık hakları, silahlı çatışmalar ve AB üyelik süreci gibi konularda bu dil kendini daha fazla gösteriyor. Haberlerde, özellikle de manşetler ve haber başlıklarında kullanılan  ırkçı ve ayrımcı dil, toplumda düşmanlık ve ayrımcı duyguları tetikleyen, kalıp yargıları güçlendiren birer araca dönüşüyor. Her ne kadar evrensel ve ulusal gazetecilik ilkeleri, hatta bazı medya kuruluşlarının kendi gruplarının yayınladığı basın etik ilkeleri bulunsa da, birçok haber ürünü bu ilkeleri ihlal edebiliyor. Böylesi bir dilin kullanılması ise toplumda huzursuzluk ve savunmasız gruplara yönelik yaygın bir önyargının yerleşmesine yol açıyor. Hedef alınan kişi ve gruplar ise tedirginleşiyor, sessizleşiyor. Bu kışkırtıcı ve hedef gösterici dil kullanımı zaman zaman düşmanlaştırılan ve marjinalleştirilen grupların üyeleri ya da mekanlarına yönelik saldırılarla sonuçlanabiliyor. Hrant Dink'in öldürülmesinin ardından kurulan Uluslararası Hrant Dink Vakfı'nın temel amaçlarından biri toplumdaki kutuplaşma ve düşmanlığın sona ermesine katkıda bulunmaktır. Nefret söyleminin tanımı ve sınırlarıyla ilgili ortak bir anlayış geliştirilmesi, sorumlu gazeteciliğin teşvik edilmesi ve nefret söylemini önleyici ve caydırıcı tedbirlerin neler olabileceği konusunda öneriler geliştirilmesi, bu amaca giden yolda önemli bir adım olacaktır.

Nefret söylemi ardından,Defne Devrimi’nde de aynı şeylere rastlamak mümkündür. İnsan onurunu zedeleyen, insanları ve hikayelerini kendi çıkarları doğrultusunda ahlaksızca kullanan, umarsız, nefret suçu işleyen, ayrımcı, cinsiyetçi, ırkçı, üstelik bu özelliklerinin hiç farkında olmayan bir görsel ve yazılı basınımız var. Defne Joy Foster’ın ölümünün ardından medyada yazılanlar birçok kişiyi harekete geçirdi. Sosyal Medya’da Defne Devrimi adıyla bir hareket başlatıldı. Bu devrime bazı gazetecilerden destek gelmeye başladı. Ama bu devrime tüm medya saygı göstermezse bizler demokratik bir medyadan bahsedemeyiz.

Demokratik bir medya için gerekli olan başka bir unsur ise haberleri yerinden doğru bir şekilde ilk ağızdan duymak, almaktır. Bunun içinde yerel medyaya ihtiyacımız vardır. Ayrıca izleyici yerel medyada kendini direk ilgilendiren programları bulmakta, kendi bölgesinin haberlerini izleme, dinleme ve okuma imkanı bulmaktadır.

Bağımsız İletişim Ağı gibi bir medya gözlem masasının bulunmasına rağmen bağımsız olmayan ya da olamayan medyamız gün geçtikçe dışardan gelen bu baskılarla kendini kaybetmekte ve demokratik bir medyadan çıkmaktadır. Sonuç olarak, eğer toplumdaki herkese toplumun sorunlarını öğrenebilme, bilebilme ve anlayabilme olanağı kazandırılırsa; herkes bu sorunlar üzerinde rahatça tartışabilirse; kendi düşüncesini savunma, başkalarına açıklama ve duyurabilme serbestine kavuşabilirse işte o zaman demokrasi gerçek anlamıyla yaşatabilir ve medya da kamu hizmetine yönelik faaliyetlerine rahatça zaman ayırabilir.

30 Nisan 2011 Cumartesi

Hayatımızda Teknoloji


Teknolojinin insan hayatını kolaylaştırması dışında insan hayatına birçok olumsuz etkileri vardır. İnsan sağlığına olan tehlikelerinden  bahsetmiyorum bile bunu zaten herkes biliyordur. Her an , her yerde yanımızda olan telefonların radyasyonu gibi. Ancak bunun dışında teknoloji bizim eski adetlerimizi bozmuş ve artık insanlar arasındaki yüz yüze ilişkiler ,görüşmeler yerini  sanal ortamlara bırakmıştır. Eskiden insanlar bayramlarda büyüklerini ziyaret ediyorken şimdi bir telefon açıyorlar , 3G ile  sözde birbirlerini görerek konuşuyorlar.Hatta aynı evin , ofisin içinde yan yana oturanlar bile artık birbirlerine mesaj atıyorlar. Bu yüzden  insanlar arasındaki iletişim böylesine farklı yollarla olmaktadır. Özellikle yeni yetişen nesil bu teknolojiyle büyümekte ve küçücük çocukların ellerinde cep telefonları görebiliyoruz . Üstelik bu mesaj çılgınlığı yüzünden kimse elinden telefonunu düşürmemektedir. Son zamanlarda az da olsa görülen görüşmeler , birbirlerine gidip gelmeler düşünüyorum ki birkaç sene sonra kalmayacak ve insanlar evlerinden çıkmadan her türlü işlerini halledebilecekler.

Bir Peri Masalı

İngiltere'de peri masalı olarak nitelendirilen  kraliyet düğünü bitti. Düğün sadece İngiltere’de değil dünya basınında da geniş yer buldu. Düğünde Türkiye'yi Londra Büyükelçisi Ünal Çeviköz temsil etti. Çeviköz  "Çok özel ve ayrıcalıklı bir deneyimdi" diye konuştu. Büyükelçi Çeviköz, çiftin mutluluğunu paylaşmanın onurunun unutulmayacak bir anı olarak hafızasına kazındığını ifade etti. Ayrıca teknolojik gelişmelerle eskiden kraliyet düğünleri sadece televizyondan ve radyodan öğrenilirken artık sosyal ağlardan anında bilgi alınarak tebriklerde bu sitelerden yapılmaya başlanmış.Yani burdan çıkaracağımız sonuç internet kraliyet adetlerini bile değiştirmiş.

" Yaşam Şifresi "


Baştan sona soru işaretleriyle dolu olan” Yaşam Şifresi” izlerken sizi öyle sürüküyor ki filmde geçen olayların imkansız olduğunu bile düşünmeden izliyorsunuz. Ancak filmin sürekli başa sarması bazen sıkıcı olabilir. Kurgusu ve konusu gerçekten ilginçti. Böyle bir şeyin ileride olma olasılığı var mıdır acaba ? Filmin konusu zamanda yolculuktan oluşmakta ama bu çeşit diğer filmlerden ayıran özelliği zaman yolculuğunun” Geleceğe Dönüş “filmindeki gibi arabayla;  “ Zaman Makinesi”, “12 Maymun” filmlerinde ise  bir cihazla karşımıza çıkmıştı. Ancak bu filmde bir tüpün içinde gerçekleşiyor ve adam yaşadığını zannediyor. Ancak hiçbir fiziksel hareketinin bulunmadığı bir solunum cihazında yaşıyor. Zamanda yolculuk yaparak da birçok kişinin hayatını kurtarmaya çalışıyor. Sonuç olarak izlenmesi gereken farklı  bir film olduğunu düşünüyorum.

29 Nisan 2011 Cuma

Elektrikli Arabalar


 Bildiğiniz gibi teknolojide ilerleme hiçbir zaman bitmemekte ve son zamanların en iyi icatlarından biri ise elektrikli arabalardır.  Elektrikli araçların şu anda pazarda önemli bir yeri bulunmamaktadır , ancak bazı faktörlerin bu araçların geleceğini aydınlattığı söyleniyor. Bu faktörler arasında petrol fiyatlarının sürekli yükselmesinin yanı sıra çevreyi koruma kaygılarının artması da yer alıyor. Elektrikle çalışan araçların çevre kirliliğine karşı büyük yarar sağlayacakları biliniyor. Yenilenebilir enerji kaynakları geliştikçe, bu araçların yararlarının da katlanarak artacağı öngörülüyor.  Çünkü petrol elbet bir gün bitecektir. Peki bizler ne zaman bu araçlardan tam anlamıyla yararlanacağız ne zaman yaygın hale gelecek ? Bu araçların tahminen 2020 ‘ de yaygın olarak kullanılmaya başlanacağı düşünülüyor. Ama kafalarda bununla ilgili hala birçok soru var. Ne kadar sürede şarj edilebilecek , şarjı ne kadar dayanacak gibi.

Kadınların Alışverişe Olan Tutkuları


Alışveriş tutkusu hastalık mıdır? Bu sorunun yanıtı tarih öncesine kadar bile uzanıyormuş. Özellikle kadınların geninde alışveriş tutkusunun olduğu kanıtlanmış. Kadınların en iyisini ,en kalitelisini alma isteği ve kendi aralarında olan rekabet  bu alışveriş tutkusunu bir hastalık haline getirmiştir. Genelde kadınlarda  çeşitli nedenlerle ortaya çıkan mutsuzluk, yalnızlık, öfke ve sinirlilik gibi olumsuz  duyguların bastırılmasındaki en büyük ilaç alışveriştir. Çünkü kadınlar kendilerini güzel hissedince mutlu oluyorlar ve kadınların alışveriş tutkusunu erkeklerden ayıran en büyük özellik ise onların vitrinlere ya da ürünlere erkeklerden farklı bir gözle bakmasıdır. 

27 Nisan 2011 Çarşamba

Nükleer Santral

Nükleer enerji nedir? Türkiye’ye nükleer enerji şart mı ? Bu soru son zamanlarda büyük tartışma yaratmıştır. Meyve, sebzenin yetiştirilme merkezi ayrıca truzimin gelişmeye en çok müsait olduğu şehirlerden biri olan Mersin Akkuyu’ da kurulması düşünülen nükleer enerji santrali , mesela bir depremde  bu bölgede büyük bir tahribata neden olabilir. Bunun yerine dönüştürülebilir enerji kaynaklarını kullanmak daha doğru olmaz mı? Çünkü yakın zamanda da gördüğümüz gibi Fukushima’da meydana gelen faciada birçok insan öldü.  Bir de 1986’da  Çernobil’de olan  nükleer kaza vardır.
Öte yandan nükleer enerji  birçok ülkede, özellikle gelişmiş ülkelerde vazgeçilmez bir enerji kaynağıdır. Bizim ülkemizin gelişmesi  ve dışa olan bağlılığımızı azaltmak için de gereklidir. Uzmanlara  göre gerekli önlemler alındığı sürece bu santrallerden istediğimiz verimi alabiliriz. Ayrıca düzenli yapılan kontrollerin de Fukushima ve Çernobil’de meydana gelen büyük kazaların riskleri azalttığını söylüyorlar. 

26 Nisan 2011 Salı

DİZİLER HAYATIMIZIN BİR KESİTİ Mİ YOKSA TAM İÇİNDEN Mİ?

Günlük hayatımızda çevremizde  gördüklermizden etkilendiğimiz pek çok şey vardır. Peki sadece çocukken mi etkileniyoruz? Hiç sanmıyorum özellikle Türkiye gibi eğitim seviyesi düşük ya da gelişmekte olan diye nitelendirilen bir ülkede insanlar her yaşta iyi kötü her şeyden çok çabuk etkilenebiliyor. En basit örnekleri  yoldan geçerken  gördüğümüz panolardaki reklamlardan,izlediğimiz dizilerden, filmlerden etkilenebiliyoruz. Sanki izlediğimiz dizi ya da film bizim hayatımız olup çıkıyor. Televizyonun öylesine içine dalıyoruz ki izlediğimiz şeylerin doğru ya da yanlış olduğunu düşünmüyoruz. Kurtlar Vadisi dizisi gibi anlamsız şiddet içeren, dizideki oyuncuların herkesi öldürüp bir türlü ceza almaması ,hapse girmemesi bizim bazı  Türk delikanlılarını gaza getirmiştir. Sanki onlarda böyle suçlar işleyince ceza almayacaklarmış gibi onlardan etkilenip aynı şeyleri yapmışlardır. Başka bir konu ise çok olay olan  Aşk-ı Memnu dizisiydi. Bu dizideki aldatma olaylarından sonra bizim ülkemizde de  çok görülen bu vaka artış göstermiştir. “ Benim ordakilerden ne farkım var. “  Mantığıyla yaklaşan vatandaşlarımız gibi. Tabi ki  başta söylediğim gibi böyle dizilerden , filmlerden sadece çocuklar değil ama en çok çocuklar etkileniyor. Yine de onlar bu konularda en masumlarımız olmuyor mu? İzledikleri çizgi film kahramanlarından etkilenip kendilerini onların yerine koyuyorlar ve bu yüzden birçok olay oluyor. Örneğin bundan birkaç  sene önce okuduğum bir haberde bir çocuk kendisini spider-man zannedip apartmanın yüksek bir katından atlamış. Böyle kurmaca şeyleri hayatımızın bir parçası ya da hayatımız yapmak gerçekten çok acı vericidir. Ama bu  böyle dizilerin kaldırılması anlamına da gelmemelidir. Çünkü içlerinde elbette ki yaşanmış hikayeler ya da ders çıkarmamız gereken kesitler vardır.

MEDYA VE SANSÜR


“Yasakçı zihniyet” ile aklımıza ilk gelen medyanın her zaman takipçisi olduğu iktidarların  engelleri, yasaklarıdır. İktidarların  yaptıklarını halka doğrudan yansıtmak isteyen medyanın önünün sansürlerle kesilmesi dolayısıyla da halkın öğrenmesi gerekeni gerçek anlamıyla öğrenememesidir.Böyle bir durumda demokratikleşmekten söz bile edemeyiz. Bunlara özellikle sosyal paylaşım sitelerini de ekleyebilirz. Çünkü  bu sitelerde insanların önüne geçilmez bir bilgi paylaşımı olmaktadır. Ayrıca yazılan bloglardan dolayı bu sitelerin de önüne geçilmek, kapatılmak  istenmiştir. Ancak haber almaya  böylesine aç olan bir milleti durdurabilmişler midir?  Siyasal iktidarlar da içinde olmak üzere her türlü kuruluşun özgürce eleştirilmesini , halkın haber almasını, öğrenmesini, olaylar ve sorunlar üzerinde düşünmesini sağlayacak araç medyadır. Dolayısıyla bir ülkede  düşünceye çeşitli yasalarla  sınır , sansür getirilmesi, gazetecilerin , yazarların yazarken , haber verirken ceza korkusuyla kendi kendilerini denetlemeleri sonucunu doğurur. Bu denetleme de düşüncenin özgürce açıklanmasına engel olur.  Sansür gibi çeşitli sebeplerden  ötürü yazarlar, kendi işlerinde ilerlemekten ,halka daha fazla bilgi vermekten,  düşüncelerini paylaşmaktansa yasaklarla mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Sonuç olarak medyanın en büyük görevlerinden biri olan halkı doğru bilgilendirme işi  görülüyor ki bir şekilde engellenmeye çalışılmaktadır  ve toplumların ilerlemesinde, demokratikleşmesinde önemli bir rol oynayan medyadan bizim ülkemiz ve diğer modern  toplumlarda sansür nedeniyle yeterince yararlanamamaktadır. Maalesefki devlet denetiminden geçen onaylanmış bilgilerle yetinmek zorunda kalıyoruz.

19 Nisan 2011 Salı

TABLETLER GAZETENİN YERİNİ TUTAR MI?

Gazeteler günlük hayatımızın ayrılmaz bir parçası olmuştur. Bir gazetenin yayınlanmasındaki temel amacın “haber vermek” olduğunu da bilmeyen yoktur heralde. Nitekim gazetenin en ilkel örneği sadece haberin duyurulması amacını taşımaktaydı. Eskiden gazeteler büyük boy bir kağıda yazılıyor ve herkesin okuyabilmesi içinde duvarlara asılıyormuş. Ama tabi bu tür gazeteler tam bir gazete niteliği taşımıyor. Çünkü gazete her an yanımıza alabileceğimiz ve her an her şeyden haberdar olabileceğimiz bir şeydir.Ancak teknolojinin gelişmesiyle birlikte önce bilgisayarlar, akıllı telefonlar  daha sonra da tabletler gazetelerin yerini aldı. İnternetle insanlar rahata alıştı, her şeye bir tıkla oturdukları yerden ulaşabiliyorlar.Dolayısıyla internet ,gazetelerin okunma oranını düşürmüştür. Çünkü gazete almak artık zahmetli bir iş haline gelmiştir. Gün içerisinde gerçekleşen olaylar bize gazeteyle ertesi gün ulaşırken internette hemen yayınlanmaktadır. Ayrıca internetten bir sürü gazeteye ulaşabilir ve hepsindeki haberleri  anında okuyabiliriz. Ama tabletlerden sonra da bilgisayarlar gazetelerin durumuna düştü ve bilgisayarı açmak ,onu taşımak zahmetli bir iş haline geldi. Çünkü tabletlerin taşınması kolay, sürekli elinizn altında. İstediğimiz her an açabiliriz  ve sayfaları geçmek ,yazıları okumak, resimleri büyütmek tabletleri kullanmayı daha cazip ve rahat bir hale getiriyor. Tabletlerdeki gazeteler , internetteki gazetelere göre daha çabuk güncelleniyor ve daha hızlı bir şekilde yayınlanıyor. Nurcan Akad’ın hazırladığı ve sahip olduğu Zete gazetesi buna en güzel örnektir. Özellikle Zete gazetesindeki haberler okuyucular için özenle seçiliyor ve kaliteli haberler ele alınarak insanlara sunuluyor. İnternette ise karşımıza binbir türlü yalan yanlış, gereksiz  haberler  çıkıyor ve insanları yanıltıyor. Teknoloji bu kadar ilerlemişken , doğru habere ulaşmak bir o kadar da zor oluyor. Ama Nurcan Akad,  Zete gazetesiyle  bize doğru , kaliteli haberin ışığını tutuyor. Bu da tabletlerin kullanımını internete göre daha çok arttırıyor. Sonuç olarak teknolojinin her alanda üstün olduğunu burada da görüyoruz ve önümüzdeki senelerde internet gazeteciliğinin yerini tablet gazeteciliğine bırakacağını şüphesiz izleyeceğiz.

11 Nisan 2011 Pazartesi

Avrupa'da Küçük Bir Tur


Bahar tatilinde Prag’a ,Karlovy Vary’e ve son günümüzde ise trenle Viyana’ya gitmiştik.Prag küçük ve çok sevimli bir yer burada gezerken kendinizi binaların eski yapılarına kaptırabilirsiniz ancak  bu sırada kenardaki renkli çikolata fabrikalarını görmemeniz mümkün değil.Özellikle tatlıya düşkünseniz bu fabrikalara girip çikolata kokularını aldıktan sonra tatlarına bakmadan oradan çıkmanız pek de mümkün değildir.Prag’ın önemli meydanı Fiehir Meydanı’dır.Çok büyük bir meydan değildir, burada eskiden idam cezaları verilirmiş ancak şimdi turistlerin tercih ettiği mekanlardan biri haline gelmiştir. Çünkü burada dünyanın en eski üçüncü astronomik saat kulesi bulunmaktadır ve çevresinde bir sürü kafe vardır.Turistler bu kafelerde oturup saatin çalmasını beklerken Çek birasının ve Prag’ın ünlü tatlısı apple strudel’ın tadına bakmaktan geri kalmıyorlar.Daha sonra Prag’ta yapacağınız küçük bir turda karşınıza ünlü Charles Bridge çıkacaktır.Bu köprüyü özellikle akşamları görmek gerektiğini düşünüyorum gerçekten çok etkileyici. Prag’a kadar gitmişken Karlovy Vary’i görmemek olmaz. Burada mükemmel bir doğa ve harika bir mimari var.Kendinizi bir film setinde hissetmemeniz mümkün değil; binaların renkleri , adım başı fışkıran  şifalı çeşmeler , heykeller, içinden nehir geçen bu küçük termal kasaba gerçekten görülmeye değerdi. Son günümüzde ise dört saatlik bir tren yolculuğundan sonra Viyana’ya ulaştık. Viyana, tarihî eserleriyle, büyük meydanlarıyla, mükemmel parklarıyla, temiz caddeleriyle ve şehri yer yer süsleyen çiçek alanlarıyla insanı ürperten bir güzelliğe sahip! Viyana’da  Schwedenplatz’a gittik sol tarafımızda Tuna Nehri’nin kanallarından biri vardı. Viyana’nın güzelliğine kapılıp açlığımızı unutmuştuk ki çok güzel bir restaurant bulduk ve burada Viyana’nın en ünlü yemeklerinden biri olan şinitzeli yedik. Bahar tatilinde yaptığım bu küçük tur beni gerçekten büyüledi, herkesin buralarda kendine dair bir şeyler bulabileceğini düşünüyor ve görmenizi tavsiye ediyorum.

27 Mart 2011 Pazar

KADER AJANLARI

                                                               
Son zamanlarda çekilen kurgusu değişik ve izlerken kafa karıştıran filmler serisine bir yenisi daha eklendi. Fakat bu seferki  Başlangıç filmi kadar etkili olamadı.  Bu film beni çok büyük bir hayal kırıklığına uğrattı.  Çünkü Matt Damon’ın filmlerini genelde beğenirim ama bu film fazla anlamsız bir film sadece farklı bir kurgu yaratmak amacıyla böyle bir senaryo yazdıklarını düşünüyorum.  Ayrıca çekimlerinin de çok özensiz olduğunu düşünüyorum sadece bir film çekmek için çekmiş gibiler. Ama  filmdeki aşka değinmeden de geçemicem diğerlerinden farklı bir hikayesi var.

28 Şubat 2011 Pazartesi

ANTAKYA

                                                                  
BELKİ BİRÇOĞUNUZ ANTAKYA’YI DUYMUŞ YA DA GÖRMÜŞSÜNÜZDÜR.ANTAKYA KÜÇÜK BİR ŞEHİR OLMAKLA BERABER BÜNYESİNDE BÜYÜK BİR TOPLULUK BULUNDURMAKTADIR.HER DİNDEN İNSANLARIN MUTLU VE İÇ İÇE YAŞADIKLARI TARİHİ BİR ŞEHİRDİR.TARİHİ BİR ŞEHİRDİR ÇÜNKÜ, YAKLAŞIK BEŞ BİN YIL ÖNCESİNE DAYANAN BİRÇOK MEDENİYETE EV SAHİPLİĞİ YAPMIŞTIR VE TAM YEDİ KEZ YIKILIP YENİDEN YAPILMIŞTIR.



24 Şubat 2011 Perşembe

Maria Mena - Just Hold Me

Nullam tincidunt pellentesque nibh, sit amet lobortis nisi porttitor et. Pellentesque vestibulum auctor nisi, vel malesuada est molestie eget. Mauris volutpat porttitor eros dictum tincidunt! In tellus risus, sollicitudin aliquam tincidunt vitae, sollicitudin quis diam. Nam nec ante non mauris vehicula ultrices! Nullam vitae est nec dolor pretium gravida nec in mauris! Nunc molestie rhoncus nisl, et porta mi laoreet vel! Aliquam mauris orci, tincidunt posuere euismod sit amet, rhoncus dictum libero. Curabitur blandit tempus mattis. Suspendisse tincidunt tortor faucibus ipsum mattis malesuada placerat purus vulputate.